top of page
  • Yazarın fotoğrafıMelih Soysal

Erasmus, Erasmus+ ve EVS


Uzun soluklu bir koşturmacanın, stresin, ders seçiminin, valiz toplamanın ardından, sevdiklerime şimdilik veda edip #polonya #wroclaw şehrine olan seyahatimi Atatürk havaalanından tarifeli THY uçağı ile başladığım an. O an bir yandan mutluydum ancak bir yandan da olacaklardan habersizdim. İçimden ağlıyordum çünkü ufak da olsa belirsizliğin verdiği bir korku vardı. Daha önce yurtdışına çıkmıştım birkaç kez ancak bu sefer yalnızca turistik dolaşıp gelmeye değil aynı zamanda yaşamaya, deneyimlemeye, ufkumu genişletmeye gidiyordum. Pasaport sırasında beklerken benim konumumda olan gençleri de gördüm. Tebessüm edip duruyordum çünkü komikti. Kim bilir nerelere gidecekler. Bir daha asla görmeyeceğimden emindim, zaten görsem de yüzlerini hatırlamazdım. 26.09.2018 günü berline hareket ederek ilk adımı atmış oldum. Hadi başlıyoruz.

Daha uçağa biner binmez olaylar başladı. Kullandığım laptop çantasıyla aynı çantaya sahip bir yolcu tam da yanıma oturdu. Ahaha çantalar karışmasın inerken diye gülüşüp sohbeti de başlatmış olduk. Yol boyu sohbet ettik. Nereye gidiyorsun, aaa Erasmus mu ne güzel ben de Almanya'da yapmıştım ne güzel polonya çok güzel vesaire derken konu konuyu açtı. Kendisi de 25~30’lu yaşlarda Almanya’da hem yüksek lisans yapıyor hem de bir şirkette çalışıyormuş. İnmeye yakın bana iyi şanslar diledi. Ben de onu tanıdığıma memnun oldum.

Berline ilk vardığımda iki üç koltuk önümde oturan çocuk yanıma geldi ve beraber hareket edip edemeyeceğimizi sordu. Hayatında ilk kez yurtdışına çıkmış; biraz tedirgindi. Pasaport kontrolden beraber geçtik. Asıl hedefim Polonya olmasına rağmen neden Almanya'ya geldiğimi soran pasaport polisine evraklarımı gösterip öğrenci olduğumu söyledim; biletlerim olan Flixbus e-bilet çıktıları olduğunu gösterdim. Onayladıktan sonra valizlerimizi beklemeye başladık. O da Polonya’ya gidiyordu ama farklı bir şehirdi. Valizleri alınca sıra otobüs durağını bulmaya geldi. Bir temizlik görevlisi gördük, Türk’e benziyordu. Türkçe olarak “abi bakar mısın?” Diye seslendik. “Buyrun kardeşler” dedi. Şanslıydık. Bize otobüs duraklarının olduğu yeri tarif etti. Teşekkür edip oraya doğru yöneldik. Çocuğun otobüsünü bulduk, onu yolcu ettim ben de kendi yönüme doğru, bineceğim otobüsün olduğu yere hareket ettim. Azıcık ilerisindeydi. Kağıt bilet almak gerekiyormuş. Bir kalabalık gördüm oraya yöneldim biletçi bir Türk amca vardı abi bana da bi tek kullanımlık diyip bir bilet aldım. Sonra otobüsümün geleceği noktaya geldim başka bir çocuk bana bakıyordu. Dedim sen de mi Erasmusa geldin? Evet dedi. O da Polonya’ya, Szczecin (Şeçin) şehrine gidiyormuş. Neyse sohbet ede ede bindik. Otobüs tıklım tıklımdı bir de valizler de iyice yer kaplıyordu. Berlin'deki dev tren istasyonu olan Hauptbahnhof'a gidip orada birbirimize iyi yolculuklar dileyip yollarımızı ayırdık.

Berlin Hauptbahnhof burası. Gerçekten gördüğüm en büyük raylı ulaşım merkeziydi. 3 katlı, her katta farklı yöne hatlar gidişli gelişli çalışıyordu. Tam arkasındaki Reichstag'a gitmek istiyordum ama haritadan tam anlayamadım o yüzden yanlışlıkla bir durak zıt yöne gittim. Bu binanın içinde yaklaşık 30 dakika sırf nereye gideceğimi bulmak için harcadım. Asansöre bindim aşağıya yukarıya gidip geldim, polise soruyorum, aksanlı ingilizcesiyle anlatıyor, anlamıyorum. Dediklerinin yarısı zaten almancaydı. Neyse. Bir şekilde bulup vardım.

O herkesin foto çektirdiği bahçe kısmına gidip fotomu çektirip öyle gitmek istiyordum Ama etrafı kapamışlardı. Bir fuar vs. bir şey var herhalde diye düşündüm. Yıllardır görmeyi hayal ettiğim, İkinci Dünya Savaşı zamanında bombalanan, sonrasında onarılan, ikiye ayrılan şehirde mahsur kalıp sonra özgürlüğüne kavuşan bir meclis. Yapısı çok hoşuma gitmişti. Fotoğraflarımı çektikten sonra etrafını dolaştım. Angela Merkel'e selamlar.

Birden bire Brandenburg Tor'a vardım. Tam da Berlin’in olmazsa olmazı. Zaten meydana geldim, heryerde Türk bayrakları vardı. Bir hediyelik eşya dükkanına gidip #brandenburg kapısı şeklinde tv ünitesi süsü aldım. Bu, benim erasmusta aldığım ilk hediyelik eşyaydı. Almak sorun değil, önemli olan onu aylar sonra sapasağlam eve geri getirebilmekti. Kapının içinden geçip arkaya doğru daha önceden oluşturduğum rotadan devam ettim.

Berlin'de görülmesi gereken yerlerden belki de en önemlisi burası. Soykırım anıtı. Tarihin gördüğü en acımasız katliamlardan biri ve tarihin tanıklık ettiği en kanlı savaş, binlerce ölüm sakatlık ve gözyaşı. Söylenecek hiçbir söz yok. Bu bloklar boya çözer bir madde ile kaplı. Çünkü ırkçı sprey yazılarına karşı devlet önlem almış.

Trabant ya da daha minnoş ismiyle Trabi, Doğu Almanya tarafından üretilen bir araba. Zamanında bu arabayı almak için sıraya girilir, sıra sana gelince alabilirdin. O nedenle dünyada ikinci eli birinci elinden daha pahalı olan tek araba diyebilirim. Çünkü devletten bir kere aldıktan sonra sahibinden satabiliyordunuz. Berlin duvarının yıkılmasıyla Doğu Almanya diye bir ülke de kalmayınca, hala sırasını bekleyen vatandaşlar bu aracı bir daha alamadılar. Şimdilerde ise bir trabant severler derneği altında bu arabaları yaşatıyorlar. Hayatımda ilk kez trabant gördüğüm için çok mutluydum. Bu da alelacele çektiğim fotoğraf.

Hayatımda ilk kez Berlin duvarına ait bir parça gördüm. Bu fotoğraftaki ilk gördüğüm, sonra yine birkaç yerde gördüm. Çok hoşuma gitti, giitim inceledim, dokundum. Sonra yoluma devam ettim. Gördüğünüz gibi binaların arasındaki ufak bahçeyi süslesin diye koymuşlar. Orada yaşayanlar için sıradanlaşmış olabilir ama benim için özeldi.

Berlin duvarı her gün üzerinden bir sürü araç geçiyor, insanlar geçiyor ama o orada tarihi korumaya devam ediyor. Bu duvar izi anısı da görünce beni mutlu eden özel anlardan biri.

Görüntünün olası içeriği: açık hava

Checkpoint Charlie, Berlin'in iki yakası arasındaki sınır kapılarından en önemlisi. Bu kapıdan yalnızca devlet yetkilileri ve ilgili kuruluşlar geçebiliyordu. İlk kez duvar yıkılınca halkın da geçmesine izin verildi. Burada normalde sovyet askeri kıyafetli oyuncularla fotoğraf çektirilebiliyor ama ben oraya vardığımda öyle birini göremedim.

ZOB yani zentraler omnibusbahnhof. #almanya da otogar kelimesinin karşılığı budur. Her şehrin kendi ZOB'u vardır. Checkpoint Charlie'den metroya bindiğimde bir Alman vatandaşa gideceğim yere nasıl varacağımı sordum o da benimle aynı yöne geliyordu; beraber yolculuk ettik. Sorular sordu ben de ona sordum, sohbet ettik. Vedalaşıp ZOB’a vardım. Bu fotoğraf orayı ilk gördüğüm ana ait. İçeri girdiğimde bekleme salonunda bir koltuğa oturdum. Aslında biraz şaşırmıştım çünkü #istanbul dan gelen biri olarak #esenler otogarının yanında burası sadece bir yazıhane kadar geldi gözüme. Koskoca almanya, başkent Berlin ve bu otogar. İşte burada anladım ki Avrupa'da insanlar ihtiyaçları kadarıyla yetiniyorlar. Biraz dinlendikten sonra çantamdaki bisküvileri yemeye başladım. Susamıştım ve yakınlarda bir büfe gördüm. Büfede önümde 2 kişilik bir sıra vardı. Beklerken çalışanın Türk’e benzediğini farkettim ve bana sıra geldiğinde “Türk müsünüz” diye sordum. Vitrinden gördüğüm tek tanıdık marka Damla su istedim çünkü diğer markaları bilmiyordum. Bende daha iyisi var diyip bana Volvic marka su verdi. Geri dönüp susuzluğumu giderince biraz dinlendim, wifi ye bağlanıp ailemle görüştüm ve sonra ilk Flixbus yolcuğumu yapacağım otobüse bindim. Berlin maceram burada sona erdi.

7 görüntüleme0 yorum
bottom of page